LEYLA İPEKÇİ: 

 

NEFSİMİZİ MÜSLÜMAN YAPACAK DİLİ ÇÖZMEK ZORUNDAYIZ

 

Yunus dili bugüne ne söyler? Yunus dilini bilmek nasıl mümkün olabilir?

 

Yunus dili dediğimizde akıllar tarihte yaşamış bir Yunus Emre’ye gidiyor. Manevi Türkçe’nin kurucu dili, Türkçe’nin içeriğini yarıp da kalbini çıkarandır Anadolu’da. Velakin benim kastım, Yunus dili derken sadece Yunus Emre’nin dilinden ibaret değil. Bana Yunusçayı işittiren, bu topraklarda konuşulan hatta susulan benim üstadım Mustafa Tatçı’nın tabirini kullanacağım, “Bir mümini sıksanız içinden Rasulullah çıkar.” der. Bunu açarsak sizin sorduğunuz sorunun cevabı da olmuş olacak. Bugün dünyada İslam denilince iki büyük akım akla geliyor. Bir tanesi küresel aktörlerin DEAŞ gibi örgütler üzerinden pazarlamaya çalıştığı İslam var. Diğeri de buna karşılık sufi İslamı veya barış dini kardeşlik gibi kelimelerle içi Muhammed, Rasulallah gerçeğinden boşaltılmış, bize medeniyetler çatışması üzerinden yutturulan bir olgunun içerisinde çırpınıyoruz ve toz toprak içerisinde kalıyoruz. Yunus dili nedir, dediğimizde bize dayatılmaya çalışılan bu dilin içinde gerçeğin bir nefestir ki o nefesi çeken evliyaullahın sesidir bu. Bu ne bir akımdan ne de siyasi söylemden asla etkilenmeyen hep var olan bizim gönlümüzün, gerçeğimizin, manamızın dilidir. Bu dil bizim için Türkçe olabilir, aynı dil bir başka coğrafyada yine bir başka dilde olabilir. Yunus dili bir gönül dilidir. Bize lazım olan Muhammedi gerçekten beslenen Rasulallah hakikatinden beslenen hangi dilde hangi coğrafyada olursa olsun, daima işitilen ve konuşulan bir dilden bahsediyorum. Bizim Yunusça dediğimiz dil Yunus Emre’den kinaye fakat biz susarken de bizden konuşan bu nefesin sesini ve dilini mutlaka işitmemiz gerektiğini söylüyorum. “Yar yüreğim yar” kitabımda da bundan bahsediyorum.

 

Yunus Emre gibi gönül erlerinin toplumsal düzeni sağlamasındaki rolleri nedir?

 

Muhammedî hakikatin dilidir gönül. Dünyada pek çok insan toplulukları Muhammedî dili reddeden yüzlerce insan var. Allah-u Teâla överek “Habibim” diyor, bize bir sevgili kavramı getiriyor. Bu sevgili kavramı bugün çok dejenerasyona uğradı, tıpkı aşk kelimesi gibi. Biz bunlarla ilgilenmeyelim, bizim gönlümüzde bir Muhammedi hakikat var. Bütün insanlığa gelmiş bir Rasulallah var, bir Risâlet var. Siz şu kadar duyarsınız, bir tanesi hiç duymaz, bir tanesi daha fazla duyar. Çok şanslıyız ki, burada Yunus Emre’nin gönül çocukları olan yüzlerce önümüze sunulmuş bir dil hazinesi var. İşitmiyoruz o başka. Ölçü gerçekten bir sevgili dili. Sevgili dilinin biz neresindeyiz, ancak gönülle kurduğumuz ilişki ile ölçebiliriz. Sosyoloji, felsefe, tarih bize sürekli kavramlar getiriyor ama gönül kelimesini getiremiyor. Çünkü gönül dediğimiz, insandan insana aktarılan bir gerçek, o gerçek Muhammedi hakikatin gerçeği. Muhammedi hakikat derken, Peygamberde zuhur etmiş hakikattir. Bizim sünnetimiz, zuhur etmiş hakikati kendi sağlığımızda ölmeden önce ölerek, bu hakikati kendimize zuhur ettirdik, bu en büyük sünnet. Dolayısıyla bir kişiyle, bir peygamberle sınırlı değil, onun manasıyla sonsuzlaşmış bir kavramdır, sevgili. O manadan her birimiz payına bir dil düşüyor. Biz bu dilin neresindeyiz? Gönül kelimesi hiçbir dilde olmayabilir ama biz Yunus’a çevirirken, Yunus bir yerde gönülden bahsettiği zaman biz ona sır anlamını veriyoruz, bir başka yerde ruha dönüşmüş anlamını veriyoruz, bir başka yerde üstadıyla bir olmadan bahsettiği bir noktada aşk diyoruz. Biz gönül kelimesini farklı dillerde kullanırken hangi anlamı vermişse o dizede o anlama yakın şeyler söylüyoruz. Ölçüsü Rasulullah sırrıdır, bu sırrı ortadan kaldırırsak o zaman dinler arası diyalog dediğimiz, sosyoloji, tarih birbirimizle sürtüşme ilişkisi kurarız. Bu hakikat değil. Hakikat dediğimiz, Muhammed hakikatini kendi yüreğimizi yarıp çıkartamadan sevgilinin dilinde tamamlanmış olmuyoruz. Biz dinimizi güzel ahlak üzere nefsimizi Müslüman ettiğimiz zaman, insan olma serüvenin neresinde oluruz? Sevgili hocam biliyorsunuz ki, ikimizde benzer bir kuşak ve eğitimden geçtik. Bize kitaplar okutuldu ve dinimizi kitaplarla öğrendik. Gönül erlerinin en büyük farkı yaşayan bilge olmalarıydı. Bizim tevhid dinimizde talip-üstad ilişkisinde bizim alaydan yetiştiğimiz bilgiyle, okul müfredatında bize öğretilen bilgi arasında ne kadar fark olduğunu söyleyebiliriz. Bir tanesi yaşamayan bilgi, biz bugün Yunusa atıfta bulunarak bir iki dize aldığımız zaman Yunus’un hakikatine ermiş oluyoruz, olmuyor işte, anlamıyoruz bile. Benim o dizelerin içine girmem Yunus derslerini dinleyerek oldu. Yunus der ki: “İşitin ey yarenler.” İşitebilmek için bir kere yaren olmaya talip olmamız gerekiyor. O dizelerin kelimelerin içine girmeye başladıkça işittiğiniz şey canlı bilgiye dönüşmeye başlıyor. Nefsiniz onu dönüştürmeden öğrenmiş olduğunuz herhangi bir bilgi yaşayan bilgi olmuyor. Bizim eğitim sistemimizden en büyük farkı yaşayarak öğretmeleri, emaneti bazen kelimeli bazen kelimesiz ama illa ki yaşantıya dönüştürerek bir tür alışveriş yaparak var etmek o zaman o bilgi hiç yok olmaz. Aslında gönlümüzle işitiyoruz, işittiğimiz şey o nefes; o nefes olmadan ölü bilgi. Biz bunun içindeyiz zaten ama idrakimiz perdelendiği için bunun farkına varamıyoruz. Canlı bilgi, bizi mutmain edendir. Nefesi kaynağından çekmektir. Bunun idrakinde olma seviyemiz bizim medeniyetimizi belirliyor. Örnek vereyim, Hz. Peygamberin (sav) bir hadisinde, “Ben cevâmiu’l-kelim ile gönderildim.” diyor. Kelimelerin tamamını kendi hakikatinde cem etme becerisi diyelim. Sihirli bir değnekle verilmedi, bu o canlı bilginin kendisi olduğu için verildi. Konuştuğu zaman her makamdaki kişiye hitap edebilmek, bu Peygamber kültürü. Basit sözcüklerle manayı derinlikli hale getirmek. Bizim evliyuallahımız hep bu yöntemi izlemişlerdir. Biz nefsimizi hangi mertebeye getirmişsek onu anlıyoruz. Sevmek ve sevilmek dediğimiz şey dürülüp bükülüp içine konduğu zaman bizi bir eden vuslat ettiğimiz gerçek sevgi nedir? Bunun neresindeyiz? Bizim şansımız şurada, biz bu kadar yaşayan canlı sözün içinde nefes alıyoruz. O zaman bu kulaklara vebal yüklenir, eğer işitmezsek. Okulda okuduğumuz şekilde değil. Yaşayan Yunus’un dilinden nefesinden kulağımıza bir kar suyu kaçmadı. Kesintisiz Muhammedi dilin içinde yoğrulmaya başlamalı ki biz yeniden kendi gönül medeniyetimizin diline sahip çıkalım.

 

Anadolu irfanı kavramından ne anlamalıyız? Hangi durumlarda kendini hissettirir?

 

Ölmeden önce ölmeleri. Zaten kavuşmuş olduğu bir dille evliyaullah bize vuslat hakikatini dize dize anlatmış. Sevdiği kadına kavuşamamayı değil, onu bir basamak olarak kullanmış Mecnun bir noktaya kadar Leyla demiş. Leyla geldiği zamanda “ne Leylası benim Leyla” demiş, yani Leyla’dan Mevla’yı çıkarmış. Yani ölmeden önce ölmüş, Leyla üzerinden kendi hakikatiyle vuslat etmiş. Biz vuslat dediğimizde ne anlıyoruz? Mevlana yaşarken ölmeden önce öldü, kendi üstadıyla bir oldu. Kendi hakikatini kendi içinden çıkardı. Vuslat, kendi içimizdeki hakikatle buluşabilmektir. Yazdıkları aslında kendi hakikatleri, gerçeğin dili. Buluşamamanın dili değil, çoktan buluşmuş olmanın yönetimini bize öğretiyorlar. Bunu mecazlarla örtülü bir şekilde yapıyorlar. Anadolu değil buradaki hakikat insanın gönlü. İrfan dili Muhammedi hakikatleri yaşayanların canlı dili olduğu için ölü dili de var. Anadolu dediğimiz zaman pamuk dedeler, dervişler aklımıza geliyor ama böyle bir şey yok. Yesevi Hazretleri pamuk dede miydi? O irfan buralara nasıl geldi? At üzerinde gazaya giden insanlar ne yapmaya geldiler? İlayı kelimetullahı taşımanın sorumluluğu çiçek, böcek, gül toplamak olabilir mi? O kılıcı gül etmektir marifet. Direniş kılıçla da olur ama o kılıcı nasıl kullandığımızla alakalı. Bugün kılıcı en güzel şekilde elimize aldığımızda bile insan hakları derneği uluslararası arenada, “aman aman insan hakları, hümanizm” diyorlar. İnsan hakları dediğimiz şey kendimizle sınırlı, Batı’nın hümanizm kavramıyla sınırlı. Hümanizm ve insan hakları tam biz zulme karşı direnişe geçecekken ortaya çıkıyor. Anadolu sadece burada olduğu için irfan dolu. Başka yerde de olabilirdi, Orta Asya’da, Batı’da, Amerika’da. Kendimizi bilirsek irfan dilini de biliriz, kitap bilgisiyle bilmek mümkün değil. Talip olmadan, yaren olup işitmeden nerden bileceğiz? O mananın temsilcileri var. O manaları birleştiren evliyaullah var, bugün yaşıyorlar. Ayakkabı boyacısıdır, marangozdur. Nefsini Müslüman etmiştir. 7 mertebede nefsini süluk ettirmiştir. Miraca çıkmıştır, miraç etmiştir. Biz bunların neresindeyiz? Felsefe diliyle profesörlük vesaire... Ben bütün bunları günümüzün yaşayan Yunus Emre’si Mustafa Tatçı Hoca’mdan işitmemiş olsaydım, aynı kitap diliyle, aynı müfredatla kavramları değiştirmeye devam edecektim. O yüzden benim ucundan hecelemeye çalıştığım bu canlı dili hayatıma daha da yerleştirmeye çalışmam lazım. İnsanın nefsini terbiye etmesi ne kadar zor… Ama en azından bilenlerin dilinden aktararak, yaşadığım tecrübeleri ifade ederek bir yol haritası çizmiş olurum. Niyetim bu.

 

Yunus Emre Hz. ve Mevlana Hz.’nin eğitim metodu hakkında neler söylemek istersiniz?

 

Bugün İslami kesimin genç kuşaklarında çok yaygın bir akım var, kendini bilme yöntemleri, farkındalık gibi. Bunun için de çakraları açmak, yoga gibi şeyler zikrediliyor. Kendi kişisel yararımız için, bedenimizi doğru kullanmak için, nefesimizi doğru ayarlayalım diye namaz bile kılacaksak huşu bulmak gibi kişisel bir faydacılığa hapsetmek oluyor. Astroloji, falcılık gibi her şeyi bunun içerisine sokabiliriz. Bunlar özellikle İslami kesimin gençleri tarafından çok revaçta olan yöntemler. Mesela NLP diye bir yöntem var, benim birçok arkadaşımın çocukları, özellikle kızlar buralara gidiyorlar. Al bir Yunus oku… Ona tercüme edecek kimse olmayınca o maneviyat ihtiyacını buralarda gideriyorlar. Anlıyorum, bunlara kızamayız. Herkes o maneviyat açlığını bir şekilde doyurmak istiyor. O yüzden her akımda, her kültürde, her din anlayışında çok farklı kendini bilme yöntemleri var. Bunlar bizi bir taraftan tatmin ederken diğer taraftan bir şeyler eksik kalıyor. Çünkü bizim mutmain olmamız için, gönlün fethedilmiş olması için ne gerekiyor? 6 yönden kuşatmamız gerekiyor. İstanbul’un fethini düşünün, 40 gün. Ne zaman ki 6 yönden kuşatılıyor, o zaman fetih müyesser oluyor. Asıl kuşatma nedir? Nefis terbiyesidir, aslımıza dönmektir. Sen O’ndan razı, O senden razı. Nefsimizi mutmain edecek yöntem 6 yönden kuşatmadır. Nedir bu 6 yön? Yukarısı, aşağısı, sağ, sol, ön, arka. Boşluk bırakmadan, saflar sıklaştığı zaman o gönül fethedilmiş oluyor. Boşluk kalırsa vesvese sızar. Bu kuşatmanın 6 cihetten olmayıp da fethe dönüşmediği zaman ne oluyor? İşgal oluyor. Birbirimizi ne kadar çok işgal ediyoruz… Biz eğer gerçekten bir gönül ehlinin nasıl yaşadığını, nasıl söz söylediğini, nasıl davrandığını algılayabilirsek, içimizde yaşayabilirsek o zaman dışarıda olan her olayın içimizde bir karşılığının olduğunu fark ederiz. İşte o zaman onun adı gönül eğitimi, aslına dönme eğitimi oluyor. Rıza eğitimi oluyor. Rıza eğitimi çok çileli bir yol. Ama işte o eğitimden geçmeden aslımıza dönmek, Hakk’a dönmek, ölmeden önce ölmek mümkün olmuyor. Bu yüzden bizim gönül eğitimimiz tatbikata dayanıyor. Diğer bütün saydığım öğretilerin hepsini içine alır, aynı cevamiül kelim gibi, hepsinin hakikatini yaşatır. Ama bunların hepsini nefsine tatbik ettirerek yaşatır. Ben bunları Yunusça’dan öğrendim. Ne kadar uyguluyorum? Çok tartışılır. Ama artık öğrenmemiş gibi davranamam.

 

İçimizde yaşadıklarımız, dışımızdaki o kaosun karşılığı oluyor. İnsan kendine ait olmayan yüklerden kurtulduğunda içi de dışı da düzene giriyor.

 

Büyük cihat ve küçük cihat meselesi devreye giriyor burada. Dışarıda biz savaşabiliriz, cihat niyetiyle, adalet için, nefsimizde öfke hissi uyanmadan. Ama ne buyuruluyor? Daha büyük cihat, nefsimizle savaşmaktır. Biz elimize kılıcı öfkeyle, benlikle alırsak nefsimizle savaşmış olmuyoruz. Benim üstadımın bir sözünü aktarayım: Nefsi için mücadele edemeyen vatan için mücadele edemez. Çünkü vatandır gönül. Bugün niçin bizim Türk ordusunu yıkamıyorlar? İslamla şereflenmiş bir orduyu neden anlayamıyorlar? O gaza sırrını anlayamadıkları için. Burada olan şey bambaşka bir şey. 15 Temmuz’u düşünün. Bir gecede o ruh çıkıyor ortaya. Biz bir park yeri için birbirimizle kavga edebiliriz, ama tankın altına yatmayı da biliriz. İşte bu Anadolu İrfanı. İşte bu celal ve cemaldir, bu vesileyle kemal de oluyor.

 

Yunuslar varoluşun sırrını çözmüş. Modern insan neden bunalımda?

 

Güzel kardeşim, modern insan bedenine, kabuğuna, görüntüsüne doydu. Her şey o bedenin rahatı için, kamuflaj için. Bizim üzerimizdeki yükleri atıp soyunmamız gerekirdi, oradaki hakikate ulaşabilmek için. Biz ne yapıyoruz? Sürekli makyaj, sürekli giyim. Bir tane daha, bir tane daha… Her şey vitrinde sergileniyor. Biz vitrine doyduk. Modern insan vitrinde gördüğünü almaya doydu. Egolar obezleşti, benliğe doydu insan. Bize lazım olan benliğimizden soyunmak. Sen merkezli olmak. Biz ne zaman “sen” demeyi bırakıp “ben” demeye başladık. Bu aslında her zaman vardı. Biz modern insan diyerek durumu sınırlıyoruz. Anadolu insanı bunların içinde de var. Biz o mananın için içine giremeden, vitrine bakarak nereye kadar gidebiliriz? Modern insan işte buna doydu. Ama o kadar çok olumsuz huyumuz var ki hep bunlar pazarlanıyor şimdi. Gözümüzün önünde hep bunlar var. Fitne, fesat, hırs, tahakküm, sömürü… Dışımızdaki savaşlara bakın. Bizim en büyük düşmanımız bu işgaller. Biz bu işgallere doyduk. Yunus: “dağlar ile taşlar ile seherlerde kuşlar ile” çağırıyor Mevlamızı. Bizim bu hazineden nasiplenmemiz lazım. Bu hazineden Mimar Sinan nasiplenmiş, Süleymaniye çıkmış ortaya. Ya da herhangi bir insan bu hazineden nasiplenmiş, aslına dönmüş, mutmain olmuş, rıza eğitiminden geçmiş.

 

Bu hazinenin farkında olan ruh, aslında yerli yerinde duruyor. Biz onu görecek halde değiliz. Onu görmek lazım, aslımıza rücu etmemiz lazım. Bizi bu zehirli şeyler perdeliyor. Bu her zaman vardı, ambalajı değişti sadece. Onun için nefsimizi Müslüman edecek evliyaullahın dilini çözmek ve bugüne getirmek zorundayız. Bu evrensel insanlığın gönül dilidir.

 

BERDÜCESİ - Sayı:1